Ulucak Höyük

Ulucak Höyük: Batı Anadolu’nun İlk Çiftçi Köyü

İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde, Ankara yolu üzerinde mütevazı bir tepe gibi duran Ulucak Höyük, aslında Batı Anadolu’nun en büyük sırlarından birini barındırıyor. Burası, bölgenin bilinen en eski çiftçi köy yerleşimi; avcı-toplayıcı yaşamdan yerleşik tarım toplumuna geçişin canlı tanığı; Anadolu ile Avrupa arasında Neolitik devrimin yayılımının kilit noktası. 8.850 yıllık bu höyük, sadece İzmir’in değil, tüm insanlığın ortak geçmişine ışık tutuyor.

Keşfin Hikayesi: 1960’tan Günümüze

Ulucak Höyük’ün bilimsel serüveni, 1960 yılında İngiliz araştırmacı David French’in bu tepecikten topladığı seramik parçalarıyla başladı. French, bulduğu malzemelerin Neolitik döneme ait olabileceğini önerdiğinde, kimse bu keşfin ne kadar önemli olduğunu tahmin edemezdi. Aradan yıllar geçti. 1986 ve 1987 yıllarında Recep Meriç başkanlığındaki bir ekip höyüğü yeniden ziyaret etti ve yüzey araştırmaları yaptı. Ancak asıl sistematik kazılar, 1995 yılında Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Anabilim Dalı ile İzmir Arkeoloji Müzesi’nin ortak katılımıyla, Prof. Dr. Altan Çilingiroğlu başkanlığında başladı. 2009 yılından itibaren kazıların başkanlığını devralan Prof. Dr. Özlem Çevik yönetiminde, Trakya Üniversitesi adına sürdürülen çalışmalar, Ulucak’ın gerçek değerini ortaya çıkarmaya devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nin destekleriyle her yıl yeni bulgular gün yüzüne çıkıyor.

Stratejik Bir Konum: Doğanın Cömert Armağanı

Ulucak Höyük, İzmir kent merkezinin ve Bornova İlçesi’nin doğusunda, Kemalpaşa’nın 7 kilometre batı-kuzeybatısında, Bornova-Turgutlu-Ankara karayolunun 15. kilometresinde yer alıyor. Denizden yüksekliği 220,86 metre olan höyüğün batı ve güneyinden Gediz Nehri’nin bir kolu olan Nif Çayı akıyor. Höyüğün güneyinde Nif Dağı, kuzeyinde Spil Dağı yükseliyor. Bu konum tesadüf değil; Ulucak, Ege Denizi’ne geçişi sağlayan Belkahve Geçidi’ne giden stratejik yol üzerinde bulunuyor. Verimli Kemalpaşa Ovası’nın kucağında, tatlı su kaynaklarına yakın, dağların korumasında olan bu nokta, 9 bin yıl önce yerleşmek isteyen ilk çiftçiler için ideal bir seçimdi. Höyüğün ilginç bir özelliği var: Yapısının bir bölümü ova tabanının altında, bir bölümü ise üzerinde yer alıyor. Nif Çayı’nın ve kollarının dağlardan taşıdığı alüvyal ve kolüvyal tortuları zamanla ova yüzeyini yükseltti. Bu nedenle höyüğün en eski katmanları bugün ova seviyesinin altında kalmış durumda. Höyüğü bir buzdağı gibi düşünebilirsiniz; görünen kısmı aslında buz dağının sadece küçük bir parçası.

Zamanın Katmanları: Binlerce Yılın Arkeolojisi

Ulucak Höyük’te yapılan kazılar, farklı dönemlere ait altı kültür katmanının varlığını ortaya çıkardı:
  • VI. Tabaka – Erken Neolitik (MÖ 7040-6660): Höyüğün en erken ve en heyecan verici katmanı. Kırmızı boyalı kireç tabanlara sahip bu dönem, Batı Anadolu’da yerleşik çiftçi yaşamın başlangıcını temsil ediyor.
  • V. Tabaka – Geç Neolitik (MÖ 6400-6100): Tarımın ve hayvancılığın geliştiği, köy yaşamının olgunlaştığı dönem.
  • IV. Tabaka – Geç Neolitik/Erken Kalkolitik (MÖ 6000-5800): Höyükte en iyi korunan ve geniş alanda açığa çıkarılmış yerleşme katı.
  • III. Tabaka – Orta/Geç Kalkolitik: Maalesef büyük ölçüde tahrip olmuş.
  • II. Tabaka – Erken Tunç Çağı: Sadece bazı binaların taş temel duvarları korunabilmiş.
  • I. Tabaka – Geç Roma-Bizans Dönemi: Yüzeye yakın olduğu için erozyon ve tarımsal faaliyetlerle büyük ölçüde hasar görmüş.
Radyokarbon analizleri, Neolitik Dönem’e ait kültürün Ulucak’ta yaklaşık 1.150 yıl boyunca kesintisiz devam ettiğini gösteriyor. Bu olağanüstü uzun süreli yerleşim, bölgenin ne kadar ideal yaşam koşulları sunduğunun kanıtı.

Batı Anadolu’nun İlk Köyü

IV. tabakada açığa çıkarılan yerleşme planı, günümüzdeki geleneksel köylerle karşılaştırılabilecek bir yapıya sahip. Taş temelli, dörtgen planlı kerpiç evlerden oluşan bu köy, 9 bin yıl öncesinin yaşam tarzını gözler önüne seriyor. Evler genelde tek mekanlıdır, ancak bazı yapılarda bölmelere de rastlanıyor. Bazı evlerin önünde avlu olarak adlandırılabilecek alanlar var. Yerleşmede sokak denilebilecek açık alanlar da mevcut. Evler genellikle birbirine bitişik veya aralarında az bir mesafe bırakılarak inşa edilmiş. Bu yerleşim düzeni, özel mülkiyet kavramının oluşmaya başladığı, ancak aynı zamanda kamusal alanların ve toplumsal yaşamın da önem kazandığı bir dönemi yansıtıyor. Duvarlar çekilmiş, sokaklar oluşmuş, ama topluluk ruhu hala güçlü.

Kırmızı Boyalı Kireç Tabanlar: Özel Binaların Sırrı

Höyükte 2008 yılında açığa çıkarılmaya başlanan VI. tabaka, belki de en heyecan verici bulgulardan birini içeriyor: kırmızı boyalı kireç tabanlar. Bu tür sert kireç tabanlar, Neolitik dönemde Suriye, Levant ve Orta Anadolu’da karşımıza çıkıyor. Ancak Batı Anadolu’da bu tekniğin görülmesi oldukça nadir ve önemli. Bu tabanlar, günümüz betonları gibi sağlam ve dayanıklı. Yapımları yoğun işgücü, hammadde, teknolojik bilgi ve iş organizasyonu gerektiriyor. Bu nedenle araştırmacılar, bu özel tabanların bazı kamu ya da dinsel binalarda kullanıldığını düşünüyor. Belki de bunlar, köyün ortak kullanım alanları, toplantı mekanları veya ritüel yapılarıydı. Kırmızı boyalı kireç tabanların Ulucak’ta bulunması, Neolitik yaşam biçiminin Batı Anadolu, Ege ve Avrupa’ya yayılımı konusunda da önemli ipuçları veriyor. Teknoloji ve bilgi transferinin, insanların göçüyle birlikte nasıl yayıldığını gösteriyor.

Ana Tanrıça Figürinleri: 8 Bin Yıllık İnançlar

2025 yılının Eylül ayında yapılan kazılarda, Neolitik döneme ait kilden yapılmış 8 bin yıllık beş figürin bulundu. Boyutları 3 ile 10 santimetre arasında değişen bu heykelciklerin üçü kadın, ikisi erkek figürünü temsil ediyor. Prof. Dr. Özlem Çevik, bu figürinlerin hane ile ilişkili konutlarda bolluk, bereket ve geçiş ritüellerinde kullanıldığını düşünüyor. Kadın figürinleri, genellikle Ana Tanrıça kültüyle ilişkilendirilir ve doğurganlığı, toprağın bereketini, yaşam döngüsünü simgeler. İlginç olan, daha önce bazı figürinlerin antik çöplüklerde bulunmasıydı. Bu durum, figürinlerin kalıcı kutsal nesneler olmadığını, belirli bir ritüel veya tören için kullanıldıktan sonra görevlerini tamamladıklarını gösteriyor. Belki de her doğum, her hasat, her mevsim geçişi için yeni bir figürin yapılıyordu. Figürinler arasında antropomorfik (insan biçimli) kaplar da var. Bu kapların hem işlevsel hem de ritüel amaçlı kullanıldığı düşünülüyor. İçlerine konulan maddelerin, belki de tahılların, tohumların ya da suyun, insan formundaki kap sayesinde kutsandığına inanılmış olabilir.

Neolitik Teknoloji: Kerpiç Yapı Sanatı

Ulucak’tan çıkarılan kerpiç yapı malzemeleri üzerine yapılan detaylı laboratuvar analizleri, 9 bin yıl öncesinin teknolojik bilgi birikimini ortaya koyuyor. Erken ve Geç Neolitik tabakalardan alınan kerpiç tuğla, kerpiç blok, iç sıva ve zemin harcı örnekleri incelenmiş. Analizler gösteriyor ki, Ulucak’lı ustalar işlevlerine göre farklı karışımlar kullanıyorlardı. Kerpiç tuğlaların kil+mil yüzdesi, agregaların tane boyu dağılımı ve organik madde oranları, kullanım amacına göre ayarlanmıştı. Duvarlar için daha sağlam, zemin için daha yoğun, iç sıva için daha ince karışımlar hazırlanıyordu. Bu bilinçli üretim teknolojisinin höyüğün hem Erken hem de Geç Neolitik tabakalarında kullanılıyor olması, bu birikimin yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarıldığını gösteriyor. Sadece bir yapı tekniği değil, aynı zamanda bir kültürel miras söz konusu.

İlk Çiftçiler: Günlük Yaşamın İzleri

Kazılarda bulunan bulgular, Ulucak’lı ilk çiftçilerin günlük yaşamı hakkında zengin bilgiler sunuyor. Bu insanlar verimli ve sulak Kemalpaşa Ovası’nı bilinçli bir şekilde seçmişler. Burada buğday ve arpa tarımı yapıyorlar, koyun-keçi, domuz ve sığır besliyorlardı. Çakmaktaşından yapılmış aletler, taştan silahlar, seramik kaplar ve günlük kullanım eşyaları, dönemin teknolojik seviyesini gösteriyor. İlginç olan, taş aletler için gerekli obsidyen hammaddelerinin Ege Denizi’ndeki Melos Adası’ndan sağlanmış olması. Bu, 9 bin yıl önce bile deniz aşırı ticaret ağlarının ve kültürel etkileşimin var olduğunu kanıtlıyor. Evlerin içinde fırınlar, ocaklar ve depolama alanları bulunuyor. Bazı yapılarda özel işleve sahip bölümler de tespit edilmiş. Günlük işler için kullanılan mekanlarla, daha özel amaçlı alanlar arasında net bir ayrım var.

Anadolu’dan Avrupa’ya: Neolitik Devrimin Yayılımı

Ulucak’ın belki de en önemli özelliği, Neolitik yaşam biçiminin Anadolu’dan Avrupa’ya yayılımındaki kilit konumudur. Bereketli Hilal bölgesinde MÖ 12.000-9.000 yıllarında başlayan yerleşik yaşam ve çiftçilik, zamanla batıya doğru yayıldı. Yaklaşık 4.000 yıl gibi kısa bir süre içinde tüm Avrupa’nın Neolitik yaşam biçimini benimsediği görülüyor. Ulucak, bu büyük dönüşümün önemli duraklarından biri. Anadolu, Yakındoğu ve Avrupa arasında köprü görevi görüyor. Ulucak’taki veriler, Yunanistan’daki Knossos ve Argissa ile birlikte, Ege coğrafyasındaki en erken köy yerleşmelerini temsil ediyor. Bu üç yerleşim, avcı-toplayıcı yaşamdan çiftçi yaşama geçişin nasıl gerçekleştiğini, bu geçişin Avrupa’ya nasıl taşındığını anlamamızı sağlıyor.

Müze Sergileri: Geçmişle Buluşma

Ulucak Höyük’te bulunan eserlerin bir bölümü İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Ana tanrıça figürinleri, antropomorfik kaplar, çakmaktaşı aletler, taş silahlar ve çeşitli seramik eserler, ziyaretçilerin 9 bin yıl öncesinin yaşamına dokunmasını sağlıyor. Müzede sergilenen her eser, aslında bir hikaye anlatıyor. Bir çiftçinin elinde şekil almış kerpiç tuğla, bir kadının yoğurduğu hamur kabı, bir avcının kullandığı keskin obsidyen bıçak… Bunlar sadece arkeolojik buluntu değil; insan emeğinin, zekasının ve yaratıcılığının 9 bin yıllık tanıkları.

Akademik Önemi: Ege Tarihöncesinin Dönüm Noktası

Ulucak Höyük, akademik araştırmalar için bir hazine. Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Bölümü’nde çalışan hemen herkesin bu höyükte emek verdiği söyleniyor. Uzun yıllar süren özveri ve titiz çalışmalar sonucunda, Ege Bölgesi’nin Tunç Çağı öncesine uzanan Erken Kalkolitik ve Neolitik kültür tarihi hakkında ilk kez bu kadar detaylı bilgi edinilebilmiştir. Höyük, sadece yerel tarih için değil, Batı Anadolu’nun genel kültür tarihi açısından da kritik öneme sahip. Arkeoloji, mimari, antropoloji, paleobotanik, zooarkeoloji gibi birçok disiplinden araştırmacı Ulucak’ta çalışıyor. Her disiplin, farklı bir açıdan 9 bin yıl öncesinin yaşamını aydınlatıyor.

Koruma Çalışmaları ve Gelecek

Ulucak Höyük’ün korunması ve gelecek nesillere aktarılması için sürekli çaba sarf ediliyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetiminde, Trakya Üniversitesi koordinasyonunda yürütülen kazılar, sadece bilimsel amaçlı değil, aynı zamanda koruma odaklı. Kerpiç yapı malzemelerinin özgün karışım özelliklerinin keşfi, sadece geçmişi anlamamız için değil, günümüz koruma çalışmaları için de değerli. Analizler, restorasyon ve konservasyon çalışmalarında kullanılabilecek malzeme bilgisi sağlıyor. Hatta bu birikim, günümüz sürdürülebilir yapı teknolojisinin geliştirilmesi için de ipuçları sunuyor.

Ziyaret Bilgileri

Nasıl Gidilir?

Ulucak Höyük’e İzmir’den Kemalpaşa yönüne giden araçlarla ulaşılabilir. Bornova-Ankara karayolunun 15. kilometresinde yer alan höyük, Kemalpaşa’ya 8, Bornova’ya 11 kilometre uzaklıktadır. Ziyaret Saatleri Höyük açık hava alanıdır ve kazı sezonları dışında ziyaret edilebilir. Ancak kazı çalışmaları sırasında (genellikle yaz ayları) ziyaret kısıtlı olabilir.

Ne Zaman Gitmeli?

İlkbahar ve sonbahar ayları en ideal ziyaret zamanlarıdır. Kazı sezonlarında (Haziran-Eylül arası) aktif çalışmaları görmek mümkün olabilir, ancak önceden izin almanız gerekebilir.

Dikkat Edilmesi Gerekenler

  • Höyük aktif bir kazı alanıdır, belirlenen patikalar dışına çıkmayın
  • Arkeolojik buluntulara dokunmayın
  • Fotoğraf çekerken kazı ekibinden izin alın
  • Rahat ayakkabılar giyin, alan düz olmayabilir
  • Güneş koruyucu ve su götürmeyi unutmayın

İzmir Arkeoloji Müzesi’nde Ulucak

Höyüğü ziyaret edemeyenler veya daha detaylı bilgi isteyenler için İzmir Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret etmek şart. Müzenin Tarih Öncesi Bölümü’nde, Ulucak’tan çıkarılan en önemli eserler sergileniyor. Etkileşimli paneller ve bilgilendirici metinler, 9 bin yıl öncesinin yaşamını canlandırıyor. Ulucak Höyük, sadece bir arkeolojik sit alanı değil; insanlığın tarihindeki en büyük devrimlerden birinin canlı tanığı. Avcı-toplayıcı yaşamdan yerleşik çiftçiliğe geçiş, belki de insan tarihinin en önemli dönüm noktasıydı. Bu geçiş, medeniyetin, şehirlerin, yazının, sanatın, bilimin temelini attı. Ulucak’ta 9 bin yıl önce yaşayan insanlar, bunu muhtemelen bilmiyorlardı. Onlar sadece verimli bir ovayı, bol su kaynaklarını, korunaklı bir konumu seçmiş; evlerini yapmış, tarlalarını ekmiş, hayvanlarını beslemişlerdi. Ama yaptıkları bu seçim, Batı Anadolu’nun, Ege’nin ve sonunda tüm Avrupa’nın kaderini değiştirecekti. Bugün Ulucak Höyük’ü ziyaret ettiğinizde, ayaklarınızın altında 9 bin yıllık katmanlar var. Her tabaka, bir neslin emeğini, umudunu, hayallerini taşıyor. Kırmızı boyalı kireç tabanlar, ritüeller yapılmış mekanların izlerini saklıyor. Kerpiç duvarlar, yüzyıllar boyu aktarılan bilgi birikimini yansıtıyor. Ana tanrıça figürinleri, bolluk ve bereket için edilen duaları fısıldıyor. Ulucak, İzmir’in en eski köyü. Ama aynı zamanda, Batı Anadolu’nun ilk çiftçi topluluğu, Ege’nin tarıma geçiş noktası, Avrupa’nın Neolitik köprüsü. Burası, nereden geldiğimizi anlamamızı sağlayan nadir yerlerden biri. Ve belki de en önemlisi, insan zekasının, dayanışmasının ve doğaya uyum yeteneğinin 9 bin yıllık bir kanıtı. İzmir’e geldiğinizde, modern şehrin gürültüsünden biraz uzaklaşın. Kemalpaşa Ovası’na, Ulucak Höyük’e gidin. Orada, tarihin en derin katmanlarında, köklerinize dokunabilirsiniz. Çünkü Ulucak’ın hikayesi, sadece bir höyüğün hikayesi değil; aslında hepimizin hikayesidir.