Karantina Adası: Urla’nın Salgınlarla Mücadele Eden Tarihi Kalesi
İzmir’in Urla ilçesinde, kıyıdan sadece yüz metre uzaklıkta, tarih kokan bir ada sessizce bekliyor ziyaretçilerini. Karantina Adası, adını tesadüfen almamış; aksine yüz elli beş yıllık bir sağlık mücadelesinin canlı tanığı olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun en ileri teknolojiye sahip karantina merkezlerinden birini barındırıyor. Dünyada ayakta kalan sadece üç karantina adasından biri olan bu eşsiz mekan, bugün geçmişiyle barışık, geleceğe umutla bakan bir müze adayı olarak karşımızda duruyor.
Zamanın Derinliklerinden Bir Hikaye
yüzyılın ortalarına doğru, Avrupa ve Asya kıtalarını kasıp kavuran salgın hastalıklar, uluslararası ticareti ciddi bir tehditle karşı karşıya bırakmıştı. Veba, kolera, tifo, tifüs, çiçek hastalığı ve sarıhumma gibi ölümcül hastalıklar, özellikle deniz ticaret yollarını kullanan gemiler aracılığıyla bir limandan diğerine yayılıyor, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden oluyordu.
Osmanlı İmparatorluğu bu tehlikeye karşı önlem almakta geç kalmadı. 1838 yılının Nisan ayında kurulan Karantina Teşkilatı, salgın hastalıklarla sistematik bir mücadelenin temelini attı. Başlangıçta İzmir’in Mortakya bölgesinde faaliyete geçen ilk karantina merkezi, zamanla bölgenin alüvyonlarla dolması ve denizden ulaşımın zorlaşması nedeniyle yeni bir yere taşınma ihtiyacı doğurdu.
İşte tam bu noktada, 1846 yılında İstanbul’daki Yüksek Sağlık Kurulu tarihi bir karar aldı. İzmir’e gelen gemi personelinin bulaşıcı hastalık taşımasını engellemek amacıyla yeni bir karantina binası inşa edilmesine karar verildi. Bu kararı uygulamak üzere İzmir’e gönderilen Ahmet Fehmi Paşa, hızla çalışmalara başladı ve aynı yıl içinde tesis tamamlanarak hizmete açıldı.
Ancak asıl devrim niteliğindeki gelişme 1865-1869 yılları arasında gerçekleşti. Fransız mühendisler tarafından tasarlanan ve o dönemin en ileri teknolojisiyle donatılan Klazomen/Urla Tahaffuzhanesi (Karantina Adası) bu yıllarda inşa edildi. Bu tesis, sadece Osmanlı İmparatorluğu’nda değil, tüm dünyada ilmi karantina uygulamalarının öncüsü oldu.
Dünyanın Nadir Örneklerinden Biri
Karantina Adası’nı bu kadar özel kılan şey, sadece tarihi değil, aynı zamanda günümüze kadar ulaşmayı başarmış olması. Dünya üzerinde tescilli olarak ayakta kalan yalnızca üç karantina adası bulunuyor: Amerika’daki Ellis Adası, Hırvatistan’daki Zupa Dubrovacka Adası ve İzmir’in Karantina Adası. Bu nadir örneklerden biri olmak, adayı tıp tarihi, mimarlık, teknoloji ve sosyal tarih açısından paha biçilmez bir hazine haline getiriyor.
323 bin metrekarelik (323 dönüm) geniş bir alana yayılan ada, tamamen birinci derece arkeolojik sit alanı statüsünde korunuyor. Bu toprakların altında Antik Klazomenai kentinin kalıntıları yatıyor; yani ada sadece Osmanlı dönemi için değil, çok daha eskilere uzanan bir tarihin de sessiz şahidi.
Karantina Sistemi: Bilim ve Teknoloji Harikası
Karantina Adası’nın işleyiş sistemi, dönemin teknolojik imkanları düşünüldüğünde gerçekten etkileyici. Osmanlı İmparatorluğu’nda 140 civarı karantina yeri bulunmasına rağmen, ilmi karantina uygulamalarının ilk ve en gelişmiş örneği burasıydı. Adeta bir karantina kampüsü olarak tasarlanan kompleks, her ayrıntısı düşünülmüş bir sistemle çalışıyordu.
Dezenfeksiyon Süreci
Ticaret gemileri ve özellikle kuzey hac yolunu kullanan gemiler adaya yanaştığında, yolcular ve gemi mürettebatı için titiz bir protokol başlıyordu. İlk durak soyunma odasıydı. Burada yolcular kıyafetlerini çıkarıp özel filelerin içine koyuyor, bu kıyafetler dönen dolap sistemiyle odanın diğer tarafındaki görevlilere iletiliyordu.
Tebhirhane olarak adlandırılan dezenfeksiyon odasında, 360 derece dönen ve sıcak hava içeren özel dolaplar bulunuyordu. Kıyafetler bu dolaplara yerleştirilerek, günümüz otoklav sistemlerini andıran bir yöntemle dezenfekte ediliyordu. Bu teknoloji, 19. yüzyıl ortaları için oldukça ileri bir uygulamaydı.
Yıkanma ve Muayene
Kıyafetleri dezenfeksiyona gönderilen yolcular, sadece peştemal ve takunya giyerek özel duş odalarına yönlendiriliyordu. Burada sabun ve özel dezenfektanlarla kapsamlı bir temizlik gerçekleştiriliyor, hijyen protokolü titizlikle uygulanıyordu.
Temizlik işleminin ardından sıra doktor muayenesine geliyordu. Sağlıklı bulunan yolcular yollarına devam edebiliyor, hastalık belirtisi gösterenler ise özel karantina koğuşlarında tedavi altına alınıyor ve gözlem altında tutuluyordu. Bu sistem, modern tıbbın izolasyon prensiplerinin erken bir uygulaması niteliğindeydi.
Acı Gerçekler
Maalesef, o dönemin tıbbi imkanları her hastayı kurtarmaya yetmiyordu. Vefat eden kişiler için özel bir mezarlık alanı oluşturulmuştu. Cesetler, bulaş riskini minimize etmek için sönmüş kireç dökülen ve mümkün olduğunca derin olan mezarlara gömülerek izole ediliyordu. Bu uygulama bile, dönemin sağlık bilincinin ne kadar ileri olduğunu gösteriyordu.
Yüzyıllar Boyunca Değişen İşlevler
Karantina Adası, 1950 yılına kadar ana işlevini sürdürdü. Birinci Dünya Savaşı’na kadar yoğun bir şekilde kullanılan tesis, değişen sağlık koşulları ve tıbbi gelişmelerle birlikte karantina işlevini kaybetse de boş kalmadı.
1950’li yıllarda Deniz ve Güneş Enstitüsü olarak yeni bir hayat buldu. 1960’lı yıllarda ise Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olarak hizmet vermeye başladı. 1986 yılında Urla Devlet Hastanesi’ne dönüştürülen ada, 10 Ekim 2014 tarihine kadar bu işlevini sürdürdü. O tarihte hastane, ada dışında inşa edilen 150 yataklı yeni binasına taşındı.
En son, COVID-19 pandemisinin ilk altı aylık döneminde, tarihi görevi bir kez daha üstlenen ada, karantina kurallarına uymak zorunda olan kişilere ev sahipliği yaptı. Bazı gruplar, 14 günlük karantina süresi için yeniden bu tarihi mekana yerleştirildi. Tarih, bir bakıma tekerrür etmişti.
80 Milyon TL’lik Restorasyon Mucizesi
155 yıllık tarihi boyunca ilk kez, 2020 yılında Karantina Adası kapsamlı bir restorasyon sürecine girdi. Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bu titiz çalışma, 2023 yılı sonunda tamamlandı ve yaklaşık 80 milyon TL’ye mal oldu.
Restorasyon süreci, son derece hassas bir şekilde yürütüldü. Çünkü adada bulunan 20 tarihi bina koruma altındaki kültür varlıklarıydı ve zemini birinci derece arkeolojik sit alanıydı. Bu nedenle her adım, müze görevlileri, kazı başkanlığının arkeologları, anıtlar kurulunun uzmanları ve üniversite hocalarının gözetiminde atıldı.
Karantina Adası Müdürü Turgut Yılmaz’ın ifadesiyle: “Dönemin dokusunu bozabilecek beton veya başka türden malzemeler kesinlikle kullanılmadı. Her şey o dönemin restorasyon uygulama kurallarına göre yapıldı.” Bu yaklaşım, tarihi dokuyu olduğu gibi koruma anlayışının mükemmel bir örneği oldu.
Restorasyon sonucunda, tebhirhane’deki orijinal makineler, duş alanları, dolaplar ve dönemin diğer malzemeleri aynen yerlerinde kalarak ziyaretçileri tarihe götürecek bir atmosfer oluşturuldu.
Ziyaret Deneyimi: Zamanda Yolculuk
Bugün Karantina Adası, kısmen grup ziyaretlerine açık durumda. Bireysel ziyaretçi kabul edilmiyor; ancak önceden randevu alınarak gruplar halinde bu eşsiz mekana adım atma şansınız var.
Adaya girdiğinizde karşınıza çıkan manzara gerçekten etkileyici. Kolera ve tifo gibi ölümcül hastalıklara karşı kurulan bu savunma hattının izlerini adım adım takip edebiliyorsunuz. Karantina koğuşları, tebhirhane (dezenfeksiyon odası), duş alanları… Her biri, o dönemin sağlık mücadelesinin sessiz tanıkları.
155 yıl önce kullanılan malzemelerin hala ilk günkü gibi yerinde durması, ziyaretçilere gerçekten zamanda yolculuk yaptırıyor. O dönen dolapları, sıcak havalı dezenfeksiyon sistemlerini, titizlikle tasarlanmış duş odalarını görünce, Osmanlı sağlık teşkilatının ne kadar ileri görüşlü olduğunu anlıyorsunuz.
Gelecek: Bir Anı Yeri ve Müze Projesi
Karantina Adası Müdürü Turgut Yılmaz’ın açıklamalarına göre, adanın bir anı yeri veya karantina müzesi olarak kullanılmasına yönelik projeler üzerinde çalışılıyor. Bu yaklaşım son derece isabetli bir karar olacak. Çünkü Karantina Adası, tıp tarihi, teknoloji tarihi, mimarlık ve sosyal tarih açısından benzersiz bir müze potansiyeline sahip.
COVID-19 pandemisiyle tüm dünyanın salgın hastalıkların ne kadar yıkıcı olabileceğini yeniden anladığı bir dönemde, 155 yıl önce bu tehditle nasıl mücadele edildiğini görmek ayrı bir anlam kazanıyor. Karantina Adası, geçmişin hikayelerini anlatırken, geleceğe de ışık tutuyor.
Nasıl Gidilir?
Karantina Adası, Urla ilçesine Ada Hastanesi Caddesi ile bağlanıyor. İzmir şehir merkezi Konak’tan yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta bulunan adaya ulaşmak oldukça kolay. İzmir’den Urla’ya otobüs veya özel araçla gidebilir, oradan da adaya kolayca ulaşabilirsiniz.
Ancak ziyaret etmeden önce mutlaka grup randevusu almanız gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’na bağlı tesis, koruma önlemleri nedeniyle bireysel ziyaretçi kabul etmiyor. Grup turları için yerel turizm ofisleri veya ilgili kurumlardan bilgi alabilirsiniz.
Klazomenai’nin Gölgesinde
Karantina Adası’nı ziyaret ederken, ayaklarınızın altındaki toprakların çok daha eski hikayelere ev sahipliği yaptığını unutmamak gerek. Ada, Antik Klazomenai kentinin kalıntılarını barındırıyor. Bu antik İyon kenti, milattan önce 7. yüzyılda kurulmuş ve önemli bir ticaret merkezi olmuştu.
Büyük İskender döneminde ilk kez karaya bağlanan ada, zamanla bu bağlantısını kaybetmiş ve 1955 yılında yapılan dolgu çalışmalarıyla yeniden karayla birleştirilmiş. Böylece, adanın tarihi sadece 155 yıllık değil, aslında bin yılları aşan bir geçmişe sahip.
Bir Sağlık Kahramanlığı Anıtı
Karantina Adası, sadece taşlardan ve binalardan oluşan bir mekan değil. Burası, insanlığın salgın hastalıklarla verdiği mücadelenin simgesi, bilimin ve teknolojinin sağlık hizmetine nasıl katkı sağlayabileceğinin erken bir örneği, ve yüzlerce sağlık çalışanının fedakarca görev yaptığı bir kahramanlık anıtı.
O dönem burada çalışan doktorları, hemşireleri, dezenfeksiyon görevlilerini, idari personeli düşünün. Her gün bulaşıcı hastalıklarla yüz yüze gelerek, kendi hayatlarını riske atarak insanlığa hizmet ettiler. Kim bilir kaçı burada hastalığa yakalandı, kaçı bu adada son nefesini verdi?
İzmir’in Karantina Adası, bir turizm destinasyonu olmanın ötesinde, kolektif hafızamızın önemli bir parçası. 155 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun salgınlarla mücadelesinin en ileri kalesi olan bu ada, bugün de bize önemli mesajlar veriyor: Sağlık tehditlerine karşı hazırlıklı olmanın, bilimi ve teknolojiyi kullanmanın, sistematik yaklaşımların önemini hatırlatıyor.
COVID-19 pandemisini yaşayan bir nesil olarak, yüz elli beş yıl önce atalarımızın aynı kaygılarla, farklı ama o dönem için son derece ileri yöntemlerle nasıl mücadele ettiklerini görmek, hem ders verici hem de gurur verici.
Eğer İzmir’i ziyaret edecekseniz ve tarihe, tıbba, mimariye veya sosyal tarihe ilgi duyuyorsanız, Karantina Adası mutlaka görülmesi gereken yerler listenizde olmalı. Urla’nın güzel kıyılarında, şarap bağlarını gezerken, bu eşsiz adayı da rotanıza ekleyin. Sadece birkaç yüz metre açıkta, tarihin ve bilimin muhteşem bir buluşması sizi bekliyor.
Karantina Adası, geçmişin sessiz tanığı, bugünün gurur kaynağı ve geleceğin ilham vereni olarak, yerinde duruyor. Ve kim bilir, belki gelecek nesiller de buraya gelip, bizim dönemimizin salgın mücadelesini inceleyecek ve aynı hayranlığı duyacaklar.