Bayraklı Tepekule / Eski Smyrna: İzmir’in Binlerce Yıllık Hikayesi
İzmir’in modern gökdelenlerinin ve hareketli caddelerinin arasında, şehrin gerçek doğuş noktası sessizce yatıyor. Bayraklı ilçesindeki Tepekule, bugün mütevazı bir mahalle gibi görünse de, aslında İzmir’e adını veren Smyrna antik kentinin ilk yerleşim yeriydi. Burası sadece arkeolojik bir alan değil; Batı medeniyetinin temellerinin atıldığı, Homeros’un destanlarını yazdığı ve binlerce yıllık ticaret yollarının kesiştiği eşsiz bir tarihi hazinedir.
Zamanın Derinliklerinden Gelen Sesler
Bayraklı Höyüğü olarak da bilinen bu alan, MÖ 3000 yılından itibaren kesintisiz yerleşime ev sahipliği yapmış nadide yerleşimlerden biridir. Hatta bazı araştırmacılar, ilk yerleşimin MÖ 5000’lere kadar uzanabileceğini öne sürüyor. Yamanlar Dağı’nın (antik adıyla Sipylos) eteklerinde, Ege Denizi’ne uzanan küçük bir burun üzerinde kurulan bu yerleşim, hem doğal bir limana hem de kuzey rüzgarlarına karşı korunaklı bir konuma sahipti.
Antik dönemde, bugün göremediğimiz bir manzara vardı karşımızda: Smyrna, batı ve güneyi denizle çevrili yaklaşık yüz dönümlük küçük bir yarımadacıktı. Zamanla Meles Irmağı’nın (bugünkü Meles Çayı) Yamanlar Dağı’ndan taşıdığı alüvyonlar, bu yarımadacığı karayla birleştirerek bugünkü Bornova Ovası’nı oluşturdu. Şimdi denizden yaklaşık 600 metre uzakta, 21 metre yüksekliğe ulaşan bir höyük olarak karşımıza çıkıyor Tepekule.
Homeros’un İlham Aldığı Topraklar
Tepekule’yi özel kılan özelliklerden biri, büyük ozanın bu topraklarla olan bağıdır. Tarihi kaynaklar, Homeros’un MÖ 700’lü yıllarda ünlü İlyada Destanı’nı burada yazdığını belirtir. Şairin “Melesigenes” (Meles’in çocuğu) lakabıyla anılması, Meles Irmağı kıyılarındaki bağını gösterir. Antik yazarlar Aristides ve Himerius, Meles’in yaz-kış eşit akan sularını ve kısa ama bereketli akışını över nitelikte yazılar kaleme almışlardır.
Smyrna’daki sikkeler üzerinde Homeros’un figürü sıklıkla yer alır; numismatlar bu sikke türlerine “Homerian” adını vermiştir. Irmak kenarında şiirleri bestelediği söylenen mağara, şehir sakinlerine adeta kutsal bir mekan olarak gösterilirdi. Homereum adı verilen tapınağı da bu ırmağın kıyılarında yer alıyordu.
Batı Dünyasının İlk Şehir Planı
Bayraklı’daki kazılar, şehir planlama tarihine ışık tutan inanılmaz bulgular ortaya çıkardı. MÖ 7. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen cadde ve sokakların ızgara planına sahip olduğu anlaşıldı. Bu plan sistemi, daha sonra MÖ 5. yüzyılda Hippodamos’un adıyla anılacaktı. Ancak Bayraklı şehir planı, bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğini oluşturuyor.
MÖ 850 yıllarında, Eski İzmirliler kentlerini kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu savunma sistemi, Hellen dünyasının en erken örneklerinden biri olarak tarihe geçti. Bu tarihten itibaren Eski İzmir’in bir kent devlet kimliği kazandığı söylenebilir. Kenti ‘Basileus’ adı verilen bir beyin yönettiği düşünülüyor.
Athena’nın Görkemli Tapınağı
Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı’ydı. Günümüze değin korunan en eski kalıntısı MÖ 725-700 yılları arasına tarihleniyor. Kazılarda ortaya çıkarılan MÖ 640-580 tarihli Athena Tapınağı, Doğu Helen dünyasının en eski mimarlık eseri olma özelliği taşıyor. Burada bulunan sunu yazıtları, tanrıça Athena’ya sunulan armağanların zenginliğini gösteriyor.
En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir’de bulunmuştur – bu da Smyrna’nın mimariye olan katkısının büyüklüğünü kanıtlıyor. Tapınakta yapılan kazılar, dönemin sanat anlayışı ve dini inançları hakkında paha biçilmez bilgiler sunuyor.
Akdeniz Ticaretinin Kalbi
Smyrna’nın stratejik konumu, onu Akdeniz’in en önemli liman kentlerinden biri haline getirdi. Hermos Vadisi’nin verimli topraklarına ve Ege Havzası’na açılan bir liman kent olarak, MÖ 9. yüzyıldan itibaren limanını etkin biçimde kullanmaya başladı. Kazılarda bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıslı heykel ve heykelcikler, Asya ve Akdeniz kökenli fayans figürleri, Smyrna’nın MÖ 7. yüzyılın ortalarından 6. yüzyılın son çeyreğine kadar bölgede Akdeniz ticaretinde ne kadar önemli bir merkez olduğunu ortaya koyuyor.
Anadolu’yu doğu-batı yönünde kesen büyük ticaret yollarından biri, Hermos Vadisi’nden Sardes’i geçip Sipylos Dağı’nın güneyinden dolaşarak Smyrna’nın bulunduğu küçük vadiye iniyordu. Bu sayede Yunan ticaret gemileri, Lidya’nın kalbine kadar ilerleyebiliyordu. Bir dönem Miletos ve Efes ile rekabet eden Smyrna, bu kentlerin limanları dolduğunda rakipsiz kaldı.
Etnik Mozaiğin İzleri
Smyrna’nın etnografik yapısı da oldukça ilginç bir tarihe sahip. Herodotos’a göre, kent ilk olarak Aioller tarafından kurulmuş, ancak kısa sürede Kolophon’dan gelen İonlar’ın eline geçmiştir. Herodotos, Smyrnalıların kendi kentlerinde ayaklanan ancak yenilgiye uğrayan Kolophonluları yanlarına aldıklarını anlatır. Bir gün kent dışında Dionysos bayramlarını kutlarken Kolophonlular şehir surlarının kapılarını kapatarak Smyrna’yı ele geçirmişlerdir. Smyrnalılar, ev eşyalarının kendilerine verilmesi koşuluyla kentlerini terk etmek zorunda kalmışlar ve geri kalan 11 Aiol kentine dağılmışlardır.
Ozan Mimnermos, atalarının Pylos’tan ayrılarak Anadolu kıyılarına geldiklerinde önce Kolophon’da yerleştiklerini, oradan tanrıların isteği üzerine Smyrna’yı ele geçirdiklerini anlatır. Bu hikayeler, antik dönemin karmaşık etnik hareketlerini ve kent devletleri arasındaki ilişkileri gözler önüne seriyor.
Bilimsel Kazıların Serüveni
Tepekule’deki arkeolojik araştırmalar 1824 yılında Avusturyalı araştırmacı Prokesch von Osten ile başladı. 1930’larda Avusturya Arkeoloji Enstitüsü sistemli kazılara başladı. 1948-1951 yılları arasında İngiliz arkeolog John Manuel Cook önemli çalışmalar yürüttü.
1966-1992 yılları arasında Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal başkanlığında ikinci dönem kazıları gerçekleştirildi ve Geometrik, Arkaik ve Klasik dönemlere ait yerleşme katları araştırıldı. 1993-2013 yıllarında Prof. Dr. Meral Akurgal başkanlığında üçüncü dönem çalışmaları sürdürüldü ve kent surları ile kapılar detaylı şekilde incelendi.
2014 yılından itibaren kazılar, Prof. Dr. Cumhur Tanrıver başkanlığında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ege Üniversitesi adına devam ediyor. Bu çalışmalar, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Türk Tarih Kurumu, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir Ticaret Odası ve Bayraklı Belediyesi’nin mali destekleriyle sürdürülüyor.
Erken Tunç Çağı’ndan Günümüze
Son dönem kazıları, MÖ 3. binyıl süreciyle ilgili çok önemli veriler sunuyor. Radyokarbon (C14) yaş tayini analizleriyle Erken Tunç Çağı stratigrafisi ve kronolojisi netleşiyor. İlk yerleşik evlerin, höyüğün en üst düzeyinde denizden 3-5 metre yukarıdaki kayalar üzerine oturtulduğu belirlendi.
Kazılarda ortaya çıkan antropomorfik kap parçaları, kabartmalı seramikler ve metal buluntular, Batı Anadolu Tunç Çağı arkeolojisinde önemli bir yer tutuyor. Bu bulgular, bölgedeki ticari ve kültürel ilişkilerin boyutlarını anlamamıza yardımcı oluyor.
Kentin Sonu ve Yeni Başlangıç
Eski Smyrna, MÖ 600 yıllarında Lidya Kralı Alyattes tarafından tahrip edildi. Herodotos’un aktardığına göre, Lydialıların ele geçiremediği bu şehri kral sonunda yakıp yıktı. Burada yaşayan halk Smyrna’yı bırakarak çevre köylerine dağıldı. Kent, yaklaşık 300 yıl boyunca önemini yitirdi.
Ancak hikaye burada bitmiyor. Büyük İskender’in bir rüyası, Smyrna’nın yeniden doğuşunu sağladı. Pausanias’ın anlattığına göre, İskender Pagos Dağı’nda (bugünkü Kadifekale) ağaç altında uyurken rüyasında iki tanrıça görmüş ve onların isteği üzerine kenti buraya taşıma kararı almıştı. Bu görev, kumandanlarından Lysimakhos’a verildi ve böylece “Yeni Smyrna” Kadifekale çevresinde kuruldu.
Ziyaretçiler İçin Notlar
Bugün Tepekule’yi ziyaret ettiğinizde, modern şehrin ortasında zamanda yolculuk yapma fırsatı bulacaksınız. Höyük üzerinde yürürken, ayaklarınızın altında binlerce yıllık tarihin katmanlarını hissedeceksiniz. Kazı alanlarında antik sur kalıntıları, yapı temelleri ve seramik parçaları görülebilir.
Bölge, henüz tam anlamıyla turistik bir merkez haline gelmemiş olsa da, bu durum ona otantik bir hava katıyor. İzmir’in gürültülü şehir merkezinden kısa bir yolculukla, medeniyetin beşiğini keşfetme imkanı buluyorsunuz. Arkeoloji meraklıları için, İzmir Arkeoloji Müzesi’nde Tepekule’den çıkarılan Poseidon-Demeter heykel grubu ve diğer önemli eserler sergilenmektedir.
Bayraklı Tepekule, sadece bir höyük değil; İzmir’in DNA’sıdır. Burası, Batı medeniyetinin ilk şehir planından, Homeros’un destanlarına; Akdeniz ticaretinin merkezi olmaktan, etnik çeşitliliğin bir araya gelişine kadar pek çok ilkin ve önemli gelişmenin tanığı olmuştur.
Her kazı mevsiminde topraktan çıkan yeni bulgular, Smyrna’nın hikayesine yeni sayfalar ekliyor. Belki de en etkileyici yanı, bu antik kentin ruhunun modern İzmir’de hala yaşıyor olmasıdır. Körfez kıyılarında gezinirken, Meles Çayı’nın sularına bakarken veya Kadifekale’den şehre bakarken, binlerce yıllık bir sürekliliğin parçası olduğunuzu hissedersiniz.
Tepekule’yi ziyaret etmek, sadece tarihi bir alana gitmek değil; İzmir’in gerçek doğuş yerinde, medeniyetin kökenlerine dokunmaktır. Bu topraklar, geçmişle geleceği birbirine bağlayan, zamanın ötesinde bir köprü görevi görüyor. Her ziyaretçiye farklı bir hikaye anlatan Tepekule, İzmir’in en büyük hazinelerinden biri olmaya devam